29 Kasım 2015 Pazar

2. Uluslararası Disiplinlerarası Tiyatro Buluşması : '100. Doğum Yılında HALDUN TANER Sempozyumu' (1. Gün)



Hepinizin bildiği gibi bu yıl Haldun Taner'in 100. Doğum yılı... Biraz sonra bahsedeceğim sempozyumun haricinde Haldun Taner için yapılan diğer iki etkinlikten söz etmek istiyorum. Bunlardan biri İKSV tarafından düzenlenen panel, bir diğeri ise Tüyap fuarında gerçekleştirilen söyleşi. Her ikisine de katıldım. İlk etkinlikteki konuşmacılardan Handan İnci, bu sempozyumda da konuşmacılar arasında idi. İkinci etkinliğe katılan Ayşegül Yüksel de öyle. Tüyap fuarında, söyleşi başlamadan evvel Ayşegül Yüksel'den 'Dram Sanatında Sınırları Zorlamak' adlı kitabını benim için imzalamasını rica ettim. Kendisi kitabı imzalarken, yazdığı kitabın iyi olduğundan ama satışının kötü gittiğinden dem vurdu. Bence de piyasanın iyi kitaplarından biri. Tiyatro ile uğraşan herkese öneririm...


İKSV'nin düzenlediği ilk etkinlikte de yer alan Kerem Karaboğa, sempozyumun düzenleyicileri arasında idi. 26 Kasım Perşembe günü saat 10.00'da Pera Müzesi konferans salonuna girdiğimde, kendisi kürsü başında açılış konuşmasını yapıyordu. Saat 10.00 - 11.00 arası 5 kişinin yapacağı 'açılış' (5 kez açılacak) konuşmalarına ayrılmıştı. Pera Müzesi'ne doğru giderken açılış konuşmaları için koca 1 saate ne lüzum var? diye düşünüp, hayıflanırken, Kerem Karaboğa'nın 'iki eksiğiz' (Mahmut Ak ve Mustafa Özkan) cümlesiyle rahatladım. Sempozyum için 3 açılış kâfi idi. Kerem Karaboğa'dan sonra konuşan Dikmen Gürün ve Leman Yılmaz çabuk toparladılar ve bu sayede saat 11.00 - 11.45 arası konuşacak olan Ayşegül Yüksel'in daha çok şey anlatabilmesine imkan tanıdılar. 



Ayşegül Yüksel 'ana konuşmacı' olarak yerini aldığında, Haldun Taner'in 'tiyatro adamı' oluşundaki özellikleri, onun sadece bir yazar olmadığını, aynı zamanda yapımcı, dramaturg ve iyi bir izleyici olduğunu da vurguladı. Haldun Taner'in, kendi oyunlarını defalarca izlediğini ve seyircinin tepkisine göre metin üzerinde değişiklikler yaptığını, nihayetinde oyunun sezon içerisindeki yeri tamamlandıktan, yani arşive karıştıktan sonra, metninin basılı olarak bulunabileceğini aktardı. Ferhan Şensoy'un oyunları için de aynı şeyleri söyledi. Ardından Haldun Taner ile ilgili birkaç anısını anlattı. Karşıt kavramlardan yola çıkarak Haldun Taner Tiyatrosu'ndan (bu adla basılmış bir kitabı da piyasa da mevcut) bahsetti. Haldun Bey'in Aristophanes - Bernard Shaw ve Bertolt Brecht çizgisine değindi. Haldun Taner oyunlarının geçmişte sahneleniş şekilleriyle, bugünün sahneleniş biçimleri arasındaki farklardan söz ederken, günümüz rejisörlerine de kızmadan edemedi. Televizyonda yapılan 'güldür' şovlar da bu paylamadan nasibini aldı. Haldun Taner oyunlarının farklı katmanlardan meydana geldiğini ve her çeşit izleyiciye hitap ettiğini, sorgulayıcı ve güldürürken düşündüren bir yapıya sahip olduğunu, orta oyunu ile olan ilişkisini, çoğu kez bir 'dönem panaroması' yaratıldığını, oyunlarından örnekler ile açıklayarak, konuşmasını bitirdi. Tüm konuşma tam bir sohbet havasında, nükteli ve eğlenceli geçti. Bir buçuk saatlik bu konuşma benim için sempozyumun en iyi ve en dinlenebilir konuşması idi. 



Saat 11.45 - 13.00 arası öğle arasıydı. Yemek yemek üzere salondan ayrıldım. Geri döndüğümde Essen Üniversitesi'nden Zehra İpşiroğlu, Boğaziçi Üniversitesi'nden Esra Dicle Başbuğ ve İstanbul Üniversitesi'nden Elif Candan kürsüde yerlerini almışlardı. Sözü ilk olarak Esra Dicle Başbuğ aldı. Konuşması 'Haldun Taner'in Tiyatro Oyunlarında Söylemin Kuruluşunun Anlatıbilimsel Açıdan İncelenmesi' üzerine idi. Bunun için öncelikle Haldun Taner oyunlarındaki 'önsöz'lerden örnekler verdi. Aslında Haldun Bey'in daha en baştan ne istediğini, oyunlarını hangi amaçla kaleme aldığının ipuçlarını önsözlerde bulabileceğimizi izah etti. Daha sonra perde başlarına değinerek ayrıntılı dekor ve kostüm tasvirlerini inceledi. Oyunlarındaki sahne talimatlarından yola çıkarak Haldun Taner'in öykücülük yönü ile bir paralellik kurdu. Oyunlarının 'ana ve yan metin' olarak kurgulandığını söyleyerek, konuşmasını sonlandırdı. Kendisine verilen süre 20 dakikaydı. Tam vaktinde bitirebilmek için normalin üzerinde bir hızla 'okuduğu' incelemesini keyif alarak dinleyemedim ama sempozyum boyunca konuşanlar arasında iyi bir yerde olduğunu söyleyebilirim.

Sıra Elif Candan'daydı. Ele aldığı konu 'Haldun Taner Oyunlarında Toplumsal Cinsiyet' idi. Anlatımını Haldun Taner'in 'Fazilet Eczanesi' adlı oyunu ile sınırlandırdı. Oyun için konuşmaya başlamadan evvel, genel anlamda toplumsal cinsiyet üzerinde durdu. Daha sonra oyundan bazı pasajlar vererek, kadın - erkek ilişkilerine, ataerkil toplum yapısına, oyundaki dönüşümlere ve gelişimlere yer vererek incelemesini tamamladı. Süresi yine 20 dakika idi. Bir insan ne kadar hızlı konuşabilir? sorusunun yanıtını en iyi veren kişiydi. Bilhassa okuduğu pasajlar sadece karakter adlarının birbirine karışmasına yol açtı. Beni, vurgu ve tonlamaları (tekdüzeliği) ile elinden geldiğince kendinden uzaklaştırdı. Bence bu durumun iki sorumlusu var. Biri Zehra İpşiroğlu diğeri ise kendisi. Normalde verilen süre 90 dakika idi. Yani her konuşmacıya 20 değil 30 dakika düşüyordu. Zehra İpşiroğlu, 'milleti sıkmayalım' düşüncesiyle her konuşmacının süresini 20 dakikaya indirdi. Şimdi soruyorum: Böyle daha mı iyi oldu? Özü kavrayabilmek önemli. Anlatmış olmak için anlatmak bir çözüm değil. Kaçış...

Ve Zehra İpşiroğlu... 'Mizahla Direnme: Hadun Taner' başlıklı incelemesini, Haldun Taner'in 'Konçinalar' adlı öyküsünden yola çıkarak, bu yolu Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım adlı oyununa uyarlayıp, hem öyküleri hem de oyunlarındaki mizahi yönü açığa çıkardı. Açığa çıkarırken güncel olaylardan yardım alarak konuşmasına espri kattı. Bülent Arınç'ın kadınların gülmesi yasak sözünden otoriter bakışı tartıştı. Tıpkı Ayşegül Yüksel gibi düşünce ile güldürünün aynı potada eritilmesinden söz ederek, dün ile bugün arasındaki farkları sıraladı. Haldun Taner yapıtlarının (maalesef) hala taze ve bugün yazılmış gibi olduğunu belirterek, Haldun Bey'in tüm eserleri için nasıl 'yeni okuma olanakları' olabilir? sorusuna cevap aradı. Tecrübesinden kaynaklandığını düşünerek, anlatımının son derece iyi ve keyifli geçtiğini şahsım adına söyleyebilirim. Oturum bitiminde 'Haldun Taner eserlerindeki Pygmalion koşutluğu'na etki eden bir seyirci sorusu geldi. Soru cevaplandı ve oturum sona erdi.



Saat 14.30 olmuştu ve 20 dakikalık bir kahve molası vardı. 14.50'de başlayan oturumun konuşmacıları Düzce Üniversitesi'nden Naciye Aksoy ve İstanbul Üniversitesi'nden Duygu Çelik idi. Moderatör görevini ise İstanbul Üniversitesi'nden Yavuz Pekman üstlenmişti. Naciye Aksoy başı çekti ve 'Değişenin Ardında Değişmeyen: Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım ve Eşeğin Gölgesi Adlı Oyunlarda Toplumsal - Politik Yerginin Oyun Kişileri Düzleminde İncelenmesi' adlı çalışmasını seyirciye dahi lütfedip bakarak sundu. Bakmayın ele alınan konu adının bu kadar uzun olduğuna. Akademik bir inceleme değildi. Yukarıda adını yazdığım iki oyunun 'özeti' okundu ve hepimizin bulabileceği, yergi taşıyan pasajlar, karakterler de dahil edilerek açıklandı. Genel tema Vicdanilerin giderek azaldığı, Efruzların ise çoğaldı yönünde idi. Buna başka bir boyut daha katılarak, Vicdanilerin, oyundaki gibi 'gerçek aptal' değil, sadece 'aptalı oynayan çıkar düşkünleri' oldukları saptandı. Benim için bilinen tekrarlandı...

Ardından sözü alan Duygu Çelik ise benim yabancısı olduğum '147'ler ve Haldun Taner'in Timsah'ı' adlı incelemesini görsel olarak (slayt) sundu. Buraya kadar anlatılanların hepsini biliyordum. Yeni ve farklı bir şey duymamıştım. Lakin bu konu çok ilgimi çekti ve heyecanlandım. Duygu Çelik kronolojik bir sıra izleyerek 1930'lu yıllardan itibaren gazetelerde boy göstermiş haberleri okudu. Haberler: YÖK, YÖK'ün öğretim üyelerini çıkarma yasası, üniversite reformu kanunu gibi Türkiye'nin hukuksal ve eğitimsel tarihi ile ilintili idi. Duygu Çelik, o dönem görevinden çıkarılan 147 kişiyi odak noktasına alarak Dostoyevski'nin Timsah'ı ile Haldun Taner'in Timsah'ını, olay örgüsü, karakter ve tematik bazda karşılaştırdı. Oturum sonunda gelen soru 147'ler ile Timsah'ın birbirine nasıl bağlandığını içeriyordu. Dinleyicilerin çoğu aradaki bağı kuramamıştı. Ben de öyle... 



15.50'de biten oturum için 20 dakika kahve molası verildi. 16.10'da salona geldiğimde kalabalık bir masa beni bekliyordu. Nilgün Firindinoğlu moderatörlüğünde oluşan masada, Ankara Üniversitesi'nden Bülent Ayyıldız ve Ece Yassıtepe Ayyıldız, Anadolu Üniversitesi'nden ise Erol İpekli vardı. Söze Erol İpekli başladı. 'Öyküden Sahneye: Haldun Taner'in 'Neden Sonra' Adlı Öyküsünün Sahnelenme Deneyimi' adlı incelemesini anlatırken, birkaç farklı role bürünerek öyküyü baştan sona okudu ve dinleyicileri, alanına çekmeyi başardı. Öykü bittikten sonra, alt temalara değindi. Çehov hikayeleri ile olan ilişkiden bahsetti. Lakin bana göre sahnelenme deneyimi konusu çok eksik kaldı. Ağırlıklı olarak bunun üzerinde durulması daha iyi olurdu. Öyküyü okuyup anlamlandırmak, biraz da okuyanın içindedir. Yani ona bağlıdır. Yapılmamışı yapmak için bir öneri sunmak ise katkıların en büyüğü...

Daha sonra Ece Yassıtepe Ayyıldız 'Keşanlı Ali Destanı'nın Fransızca Çevirisi Üzerine Bir İnceleme' adlı tezini görsel olarak anlattı. Tezi dört bölüme ayrılıyordu. Birinci bölüm kişiler, ikinci bölüm kültürel farklılıklar, üçüncü bölüm dinsel, dördüncü bölüm ise argo tabirlerin karşılaştırılması üzerine idi. Fransızca'ya çeviren kişinin bazı yerlerde çok zorlandığından, bazı yerlerde de kelimenin karşılığını bulamadığından dert yanıldı ve bu yollu, Türk eserlerinin, yabancılar için de aynı etkiyi verip veremeyeceği tartışıldı... 

Bülent Ayyıldız ise daha konuşmasına başlamadan, anlatacaklarının 'sıkıcı' olabileceğini belirterek, 'Sancho'nun Sabah Yürüyüşü ve Argo E II Suo Padrone Arasında Bir Karşılaştırma Çalışması: İnsan ve Toplum Eleştirisi Üzerine Bir Deneme' başlıklı incelemesini okudu. Bana göre yaptığı sadece iki öyküyü özetlemekten ibaretti. İtalya ile olan kültürel bağ es geçilmişti. Evet, çok sıkıcıydı... 



Saat 17.40 olmuştu ve son kısım başlamadan önce verilen son kahve arası vakti gelmişti. 18.00'da Metin Akpınar ve Zeliha Berksoy'un konuk olduğu, Demet Taner moderatörlüğündeki panel başladı. Herkesin yüzü gülüyordu. Her iki sanatçı da biraz kendilerinden, geçmişlerinden ve bugünün tiyatrosundan bahsetti. Kabare tiyatrosunu anlattılar ve tiyatro uğrunda karşılaştıkları zorlukları dile getirdiler. Haldun Bey ile olan anılar da elbette anlatıldı. 'Gergedanlaşma' metaforu sohbetin geneline yayılan bir nasihat çanı idi. Metin Akpınar'ın Okan ve Haliç Üniversitesi'nden gelmiş öğrencileri salonun dolmasını sağladı. Öğrencilerden biri oyun metinlerine 'senaryo' diyerek nokta atışı yaptı. Zeliha Berksoy, 'Dün Bugün' kabaresinin reklamını yaptı ve öğrencilerini daima projelerinde çalıştırdığını söyledi. Daha sonra öğrencilerinden bir tanesinin oyuna 1 saat kala iki parça büyük dekoru kaybettiğini ve kaybolan parçaların yerine, orada duran itfaiyecilere ait oturma bölümlerini kullandıklarını, böylece eski öğrencileri ile yeni öğrencileri arasındaki sorumluluk bilincini ortaya koydu. İkisi de bugünün dizileri ve oyunlarından şikayetçi idi. Panel başlamadan evvel üçlünün konuşmalarına kulak misafiri oldum. Metin Akpınar 'bu çocuklar okullardan mezun oluyorlar ama çok boşlar, bunların bir şey öğrenerek çıkması lazım' serzenişine hak verdim. Sonra yine akademisyen hocalarını düşündüm. Yine üzüldüm... Panel bitiminde birkaç soru soruldu ve saat 19.30'a kadar süren bu yorucu ve uzun gün bitti. Ben de... 



Günün geneli için bir özet geçmem gerekirse, umduğumu bulamadığımı net bir şekilde ifade etmeliyim. Akademisyenleri dinledikçe ve onların araştırmalarını gördükçe içten içe üzüldüm. Bir derinlik göremedim. İstekle bu sempozyuma katıldıkları bilincini hissedemedim. (Ayşegül Yüksel, Zehra İpşiroğlu, Metin Akpınar ve Zeliha Berksoy'u tenzih ederim) Benim hocam olsalar ne ölçüde yararlanabilirdim? sorusunu da sormadan edemedim. Beğendiğim nokta ise Haldun Taner'in artık ezbere bilinen oyunlarının haricinde, ya bir kere sahnelenmiş ya da hiç sahnelenmemiş oyunlarının (Fazilet Eczanesi ve Eşeğin Gölgesi gibi) üzerinde fazla durulması, ilgi ve alakanın bu yönde seğirtmesi. Günün ardından bana kalan şey ise müthiş bir baş ağrısı...



...devam edecek...


Ege KÜÇÜKKİPER


1 yorum:

  1. Tiyatroda Ege Küçükkiper gerçeği...

    Gençlerin yazdıklarını okumamaya yeminli çürümüş kuşak, sürekli olarak ninni söylüyor: "Genç tiyatro yazarı çıkmıyor!" Oysa, bir tek Ege Küçükkiper'in yazılarını okusa bile, bu ninniyi söylemekten vazgeçmek zorunda kalacaklar. Ama, okumuyorlar. Gözleri kör, sözleri sağır çürümüşler önümüzden çekilin de, Ege Küçükkiper'in yazılarını rahat rahat okuyalım...

    Hilmi Bulunmaz

    YanıtlaSil